1 Haziran 2010 Salı

Behcetu-n Nazar Kitabı - 1.Bölüm

Râhman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla

بَهْجَة ُالنَّظَرْ

BEHCETU-N NAŽAR



2. Baskı

1429 H.- 2009


TRANSKRİPSİYON

Arapça söyleşine uygun olmak şartıyla Türk İmla

Kılavuzu’na göre belirli kelimeler yazılmayacaktır.

Bunlar:

1- Allâh’ın İsim ve Sıfatları.

2- Peygamberlerin İsimleri.

3- Kur’an’daki Sureler.

TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ

N

ن

Ğ

غ

Ş

ش

Ĥ

خ

E

ا

H

ه

F

ف

Š

ص

D

د

B

ب

V

و

K

ق

D

ض

Z

ذ

T

ت

Y

ي

K

ك

T

ط

R

ر

S

ث

ء

L

ل

Ž

ظ

Z

ز

C

ج

ÂA

عا

M

م

Ă

ع

S

س

H

ح





AKİDE ve RİDDE BÖLÜMÜ

ALTMIŞ İKİ SORUDUR



Soru–1: Din ilmindeki “Farz-ı Ayn” ilimler nelerdir?

Cevap–1: Dinde öğrenilmesi gereken “Farz-ı Ayn” ilimler; İslâm’ın Müslümana yüklediği itikad ilmi, fıkıh ilmi ve ticaret ile uğraşanın muamelat (alış-veriş) ilmidir. Bunlardan başka; kalp, lisan ve diğer azaların günahlarını öğrenmek, zekât vacip olan kişinin zahir (açık) olan zekât ilmini öğrenmesi ve hacca gücü yetenin hac ilmini öğrenmesi farzdır. İmam Beyhaki’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

" "طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِم

Anlamı: ”İlim talep etmek (öğrenmek) her Müslümanın üzerine farz kılınmıştır.”

Soru–2: İslâm dinine girmesi ve şeriata göre amel etmesi gereken mükellef kimdir?

Cevap–2: Mükellef (sorumlu) kimse; akıllı, baliğ ve kendisine davetin aslı olan Kelime-i Şahadetin ulaştığı kimsedir.

Erkekler için “buluğun” iki alameti vardır. Bunlar:

1-Meninin gelmesi.

2-Veya hicri 15 yaşını doldurması.

Bayanlar için ise “buluğun” üç alameti vardır. Bunlar:

1-Meninin gelmesi.

2-Hayız kanının gelmesi.

3-Veya hicri 15 yaşını doldurması.

Her kim buluğ çağına varmadan ölürse mükellef değildir. Her kim buluğa varmadan önce aklını yitirir deli olursa, buluğa kadar deli olarak yaşar ve deli olarak ölürse mükellef değildir. Her kim baliğ olarak yaşar ve kendine davetin aslı olan Kelime-i Şahadet ulaşmaz ise mükellef olmaz.


Allâh-u Teâlâ “El-İsrâ’” suresinin 15. ayetinde şöyle buyuruyor:

وما كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً

Anlamı: Allâh-u Teâlâ bu ayette, Resul göndermedikçe kimseye azap etmeyeceğini bildiriyor.

İmam Ahmed`in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلاَثٍ: عَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى

يَحْتَلِمَ وَعَنِ الْمَجْنُونِ حَتَّى يَعْقِل

Anlamı: ”Kalem üç sınıf üzerinden kaldırılmıştır. Bunlar:

1-Uyuyan, uyanana kadar.

2-Çocuk, buluğa erene kadar.

3-Deli olan, delilikten şifa bulana kadar.” Yani günah kalemi bu üç sınıfa bir şey yazmaz.

Soru-3: Müellifin, “Veltizemu me lezime aleyhi minelehkem” kelamını açıklayınız.

Cevap-3: Müellifin söylemiş olduğu kelamın manası “Farzları eda etmek ve haramlardan kaçınmaktır.” Muttaki kul; farzları eda eden ve haramlardan sakınan kişidir. Her kim böyle ölürse azap çekmeden Cennet’e girecektir.

Soru-4: Allâh nezdinde en yüksek ve en faziletli farzlar nelerdir?


Cevap-4: Allâh nezdinde en yüksek ve en faziletli farzlar; Allâh’a ve Resulü’ne iman etmektir.

İmam Buĥari’nin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

" " أَفْضَلُ الأَعْمَالِ إِيـمَانٌ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ

Anlamı: “Amellerin en faziletlisi, Allâh’a ve Resulüne iman etmektir.”

Salih amellerin kabul olması için iman etmek şarttır. Her kim Allâh’a ve Resulüne iman etmezse Ahirette hiç bir sevabı olmayacaktır.

Allâh-u Teâlâ “İbrâhim” suresinin 18. ayetinde şöyle buyuruyor:

مَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبّهِمْ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِى يَوْمٍ عَاصِفٍ

Anlamı: “Rabbini inkâr edenlerin durumu; onların amelleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer.”

Soru-5: “Tevhid İlmi”nin diğer ilimler üzerindeki faziletini bildiriniz.

Cevap-5: Tevhid İlmi’nin diğer ilimler üzerinde büyük şerefi ve fazileti vardır. Çünkü Tevhid İlmi; Allâh’a yakışan ve peygamberlere layık olan sıfatları bildirir. Allâh’a yakışmayan sıfatlardan Rabbimizi tenzih eder. Peygamberleri de, kendilerine layık olmayan sıfatlardan tenzih eder. Bu yüzden Tevhid İlmi, ahkâm ( fıkıh ) ilminden daha üstündür. Allâh-u Teâlâ “Muhammed” suresinin 19. ayetinde şöyle buyuruyor:

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لاَ إِلهَ إِلاَّ اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ

Anlamı: Allâh-u Teâlâ, bu ayette Peygamberimize “Allâh’tan başka İlah olmadığını bilmesini ve günahından istiğfar etmesini” emrediyor.

İmam Ebu Hanife “El Fıkhıl Ebsat” adlı kitabında şöyle buyuruyor:

ِعْلَمْ أَنَّ الْفِقْهَ فِي الدِّينِ أَفْضَلُ مِنَ الْفِقْهِ فِي الأَحْكَام"

ِ

Anlamı: “Bil ki, Tevhid İlminde bilgili olmak, fıkıh ilminde bilgili olmaktan daha üstündür .”

Soru-6: İslâm’a girmek için

وَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللَّه أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ اللَّ

“Eşhedu Enle İlêhe illallâh ve Eşhedu Enne Muhemmeden Resulüllâh” lafzı şart mıdır?

Cevap-6: Kelime-i Şahadeti aynen söylemek şart değildir. Kelime-i Şahadetin manasını veren ‘Allâh’tan başka İlâh yoktur ve Muhammed Allâh’ın Nebisidir’ veya ‘Allâh’tan başka Rab yoktur ve Muhammed Allâh’ın Nebisidir’ gibi bir lafzı söylemek İslâm’a girmek için yeterlidir. Fakat “Eşhedu” lafzı, diğer lafızlardan daha üstündür. Çünkü Arapça lügatine göre “Eşhedu” lafzı; “bilmeyi, itirafı ve itikadı” kapsar ve diğer kelimelerde bulunmayan “kesinlik” manasını taşır.

Soru-7: Allâh'ın mevcut (var) olduğuna delil veriniz.

Cevap-7: Allâh'ın mevcut olduğundan şek ve şüphe yoktur. Allâh-u Teâlâ “İbrâhim” suresinin 10. ayetinde şöyle buyuruyor:

أَفِى اللَّهِ شَكٌّ

Anlamı: “Allâh'ın varlığında şüphe yoktur.”

Bu âlem, Allâh-u Teâlâ'nın mevcut olduğuna büyük bir delildir. Çünkü akla göre nasıl ki hiçbir fiil failsiz ve hiç bir yazı kâtipsiz olmuyorsa; muhakkak ki, bu âlemin de bir yaratıcısı vardır, O da Allâh-u Teâlâ’dır. Allâh-u Teâlâ hacimsiz, şekilsiz, mekânsız ve mahlûkatlara benzemeden mevcuttur. İmam Ahmed Er-Rifai şöyle buyuruyor:

مَكَانٍ بِوُجُودِهِ تَعَالَى بِلاَ كَيْفٍ وَلا غَايَةُ الْمَعْرِفَةِ بِاللَّهِ الإِيقَانُ

Anlamı: "Allâh’ı hakkıyla tanımak; Allâh’ın, cisimsiz, şekilsiz ve mekânsız olarak mevcut olduğuna inanmaktır.”

Soru-8: أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ اللَّه Eşhedu en le ilêhe İllallah” Kelime-i Şahadeti’nin kısaca anlamı nedir?

Cevap-8: Dilim ile itiraf, kalbim ile itikad ediyorum ki, Allâh’tan başka hiç kimse tezellüle (ibadete) müstahak değildir. İnsan sadece Allah için alnını yere koyar. Her kim Allâh’tan başkasına ibadet niyetle secde ederse müşrik olur.

İbadeti, tevessül ve teberrükle karıştırmamak gerekir. Çünkü bunun üç şey anlamları bakımından ayrı olan kavramlardır. Bazı insanların iddia ettikleri “Yardım dilemek, imdat dilemek ve tevessül şirktir” düşüncesi doğru değildir. İmam Takiyuddin Es-Subki şöyle buyuruyor:

اَلْعِبَادَةُ أَقْصَى غَايَةِ الْخُشُوعِ وَالْخُضُوع

Anlamı: ”İbadet; huşunun ve saygının en üst mertebesidir.”

Soru-9: Allâh hakkında “El-Vehid” demenin manası nedir?


Cevap-9: "El-Vehid" demenin manası “Allâh birdir, ilahlıkta şeriki yoktur ve O’ndan başka hiç kimse ibadete müstahak değildir. Allâh-u Teâlâ “El-Bakarah” suresinin 163. ayetinde şöyle buyuruyor:

وَإِلـهُكُمْ إِلـهٌ وَاحِدٌ

Anlamı: Allâh-u Teâlâ bu ayette, kendisinin tek bir İlah olduğunu bildiriyor.

İmam Ebu Hanife “El-Fıkhıl Ekber” adlı kitabında şöyle buyuruyor:

وَاللَّهُ وَاحِدٌ لا مِنْ طَرِيقِ الْعَدَدِ وَلَكِنْ مِنْ طَرِيقِ أَنَّهُ لا شَرِيكَ له

Anlamı: “Allâh birdir ama sayı bakımından değil; O’nun şeriki olmaması bakımından birdir.”

Soru-10: Allâh hakkında “El-Ehad” demenin manası nedir?

Cevap-10: "El-Ehed" için bazı âlimler "El-Vehid"in manasındadır demişlerdir. Bazı âlimler de "El-Ehed", “Bölünmeyi kabul etmeyendir, yani cisim değildir” demişlerdir. Çünkü akla göre cisim, bölünmeyi kabul eder.

Allâh-u Teâlâ “El-İĥlâs” suresinin 1. ayetinde şöyle buyuruyor:

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَد

Anlamı: ”Allâh birdir, tektir.”

Allâh-u Teâlâ “Ez-Zuĥruf” suresinin 15. âyetinde kâfirlerin bozuk itikadını bildirerek şöyle buyuruyor:

وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءاً

Anlamı: “Kâfirler, bazı kulların Allâh’tan bir parça olduğunu söylemişlerdir.”

İmam Ebu Hasenil Eşariy “En-Nevâdir” adlı kitabında şöyle buyuruyor:

مَنِ اعْتَقَدَ أَنَّ اللَّهَ جِسْمٌ فَهُوَ غَيْرُ عَارِفٍ بِرَبِّهِ وَإِنَّهُ كَافِرٌ بِه

Anlamı: “Her kim Allâh’ın cisim olduğuna itikad ederse, o, Rabbini tanımamıştır ve Rabbine karşı kâfir olmuştur.”

Soru-11: Allâh hakkında “El-Evvel” ve “El-Kadim” denildiğinde ne manaya gelir?

Cevap-11: "El-Evvel"in manası “Varlığının başlangıcı yoktur” anlamındadır. Bu mana ile yalnızca Allâh “Evveldir ve İlktir.” Allâh-u Teâlâ “El-Hadid” suresinin 3. ayetinde şöyle buyuruyor:

هُوَ الأَوَّلُ وَالآخِرُ

Anlamı: ”O (Allâh); ilktir (başlangıcı yoktur) ve sondur (sonu yoktur).”

Ezeli ve ebedi olan yalnızca Allâh’tır. Allâh-u Teâlâ’ya "El-Kadim"dir demek aynı manaya, yani “İlktir” manasına gelir. Bütün İslâm âlimleri Allâh'a ”El-Kadim” demenin caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Bunu İmam Murtada Ez-Zebiydi “İthaf Es-Sedel Muttakin Şerh İhya Ulumiddin” adlı kitabında zikretmiştir.

Soru-12: Allâh hakkında “El-Hey” demenin manası nedir?

Cevap-12: Allâh-u Teâlâ hakkında "El-Hey" demek, “Ezeli ve ebedi bir hayatla mevsuf olduğu” anlamına gelir. Allâh’ın ruha, kana ve ete ihtiyacı yoktur.

Allâh-u Teâlâ “El-Bakarah” suresinin 255. ayetinde şöyle buyuruyor:

اللَّهُ لا إِلهَ إِلا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ

Anlamı: ”Ezeli ve ebedi hayat ile mevsuf olan, hiç kimseye muhtaç olmayan, Allâh’tan başka ilah yoktur.”


Allâh-u Teâlâ “El-Furn” suresinin 58. ayetinde ise şöyle buyuruyor:

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لا يَمُوتُ

Anlamı: Allâh-u Teâlâ, ezeli ve ebedi hayat ile mevsuf olupta ölmeyene tevekkül etmemizi emrediyor.

Soru-13: Allâh hakkında “El-Kayyum” demenin manası nedir?

Cevap-13: “El Kayyum”un manası için bazı âlimler "El- Kayyum; daim olan ve ölmeyendir” demiştir. Bazıları da; “Hiç kimseye muhtaç olmayandır” demişlerdir.

Soru-14: Allâh hakkında “Ed-De’im” demenin manası nedir?

Cevap-14: "Ed-De’im"; “Fani olmayan ve ölmeyen” demektir. Bu mana ile yalnızca Allâh daimdir, kalıcıdır. Allâh-u Teâlâ’nın fani olması akla göre imkânsızdır. Allâh-u Teâlâ’nın devamlılıkta şeriki yoktur. Allâh-u Teâlâ zatı ile daimdir. Başkası bunu Allâh’a var etmemiştir. Ama Allâh’tan başka şeylerin daim kalmaları –Cennet ve Cehennem gibi- zatları bakımından değildir. Allâh onların daim olmalarını, yani kalıcı olmalarını istediği, takdir ettiği için kalıcıdırlar. Rabbimizin takdirinden dolayı fani olmazlar.

BEHCETUN NA ŽAR 14 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Soru-15: “El-Hâlık” kelimesinin manası nedir?

Cevap-15: "El-Hâlık" kelimesinin manası, “Bütün yaratıkları tekvin edip yoktan var edendir.” Bu mana ile yalnızca Allâh “Yaratan’dır.”

Allâh-u Teâlâ “El-Fatır” suresinin 3. ayetinde şöyle buyuruyor: هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللَّهِ

Anlamı: “Allâh’tan başka yaratıcı yoktur.”

Soru-16: Allâh hakkında “Er-Razık” demenin manası nedir?

Cevap-16: "Er-Razık"ın manası; “Kullarına rızıklarını ulaştırandır.” Rızk ise haram dahi olsa, fayda veren her şeydir.

Allâh-u Teâlâ ''El-Hûd'' suresinin 6. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِى الأَرْضِ إِلا عَلَى اللَّهِ رِزْقُهَا

Anlamı: “Yeryüzünde ne kadar canlı varsa onların rızıklarını Allâh verir.”

Soru-17: Allâh hakkında “El-Âlim” demenin manası nedir?

Cevap-17: “El Âlim” in manası; Allâh-u Teâlâ ezeli, ebedi ve değişmeyen bir ilimle mevsuf olup her şeyi meydana gelmeden önce bilendir.”

BEHCETUN NA ŽAR 15 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Allâh-u Teâlâ “El-En’âm” suresinin 59. ayetinde şöyle buyuruyor:

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لا يَعْلَمُهَآ إِلا هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِى الْبَرِّ و الْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلا يَعْلَمُهَا وَلاحَبَّةٍ فِى ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلا رَطْبٍ وَلا يَابِسٍ إِلا فِى كِتاَ بٍ مُّبِينٍ

Anlamı: ”Gaybın anahtarları Allâh nezdindedir. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi de bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”

Soru-18: Allâh hakkında “El-Kâdir” demenin manası nedir?

Cevap-18: “El-Kâdir”in manası; “Kudretle mevsuf olan” demektir. Bu sıfat ezeli ve ebedidir. Allâh-u Teâlâ bu sıfatla varlığı ve yokluğu caiz olan her şeyde tesir eder. Allâh'ın kudreti “Vecibulvucud” ve varlığı imkânsız olan şeylerle alakalı değildir.

Allâh-u Teâlâ “Âlî-İmrân” suresinin 29. ayetinde şöyle buyuruyor:

وَيَعْلَمُ مَا فِى السَّمَاوَاتِ وَمَا فِى الأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلّ شَىءٍ قَدِيرٌ

Anlamı: “Allâh, göklerde ve yerde olanları bilir. Allâh her şeye kâdirdir.”

Soru-19: Aklın hükümleri kaç kısma ayrılır?

Cevap-19: Aklın hükmü 3'e ayrılır:

1-Aklen “Vacip” olan: Allâh ve sıfatlarının fani olmasının düşünülmemesi demektir.

BEHCETUN NA ŽAR 16 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

2-Aklen “Mustahil” olan: Akılda olması imkânsız olan demektir. Yani akıl Allâh’ın şeriki olmasını kabul etmez.

3-Aklen “Caiz” olan: Akılda bir anda varlığı, bir anda da yokluğu düşünülen şeylerdir. Yaratılan tüm varlıklarda olan sıfatlar gibi.

Soru-20: Allâh hakkında “Dilediğini Yapandır” demenin manası nedir?

Cevap-20: “Dilediğini yapandır” demenin manası; Allâh-u Teâlâ dilediği her şeyi yaratmaya kadirdir. Allâh-u Teâlâ'yı hiç bir şey aciz kılamaz, kimse O’na engel olamaz ve Allâh’ın başkasının yardımına ihtiyacı yoktur.

Allâh-u Teâlâ “El-Bakarah” suresinin 253. ayetinde şöyle buyuruyor:

وَلَوْ شَآءَ اللَّهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلَكِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ

Anlamı: “Allâh dileseydi savaşmazlardı, lâkin Allâh istediğini yapar.”

Allâh-u Teâlâ "Hûd" suresinin 107. ayetinde şöyle buyuruyor:

إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِما يُرِيدُ

Anlamı: “Şüphesiz Allâh, her istediğini yapar.”

Soru-21:اللَّهُ كَانَ وَمَا لَمْ يَشَأْ لَمْ يَكُنْ َماشَاء “Meşee Allâh-u kene veme lem yeşe lem yekûn” kelamının manası nedir?

Cevap-21: Allâh’ın olmasını dilediği her şeyin dilediği vakitte mutlaka olması demektir. Hayır ve şer, taât ve günah, küfür ve iman gibi şeyler Allâh’ın dilemesiyle olur. Allâh’ın olmasını dilemediği şey kesinlikle varlık âlemine gelmez, icat edilmez ve olmaz. Allâh-u Teâlâ’nın dileği ezeli ve ebedidir. Allâh’ın dileği değişmez. Bu lafız Allâh Resulünden alınmıştır. Ebu Davud “Süneninde” Allâh Resulünün;

َ.

BEHCETUN NA ŽAR 17 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

اللَّهُ كَانَ وَمَا لَمْ يَشَأْ لَمْ يَكُنْ َماشَاء lafzını bazı kızlarına öğrettiğini zikretmiştir.

Soru-22: “Lee havle vele kuvvete ille billeh”in manası nedir?

Cevap-22: Allâh’ın koruması olmazsa Allâh’a karşı günahtan korunma olmaz ve Allâh’ın yardımı olmazsa Allâh’a taat olmaz, yani ibadet yapılamaz. Bunun tefsirini, Ebu Ya’le’nin isnad-ı hasen’le İbnu Mesud’tan rivâyet ettiği hadisle Allâh Resulü’nün bu sözü teşvik ve terğib ettiği zikredilmiştir.

Soru-23: Allâh-u Teâlâ “O’na yakışan kâmil sıfatlarla mevsuftur” ifadesindeki “Kâmil” kelimesi niçin “O’na yakışan” kelimesi ile bağlanmıştır?

Cevap-23: “Kâmil” kelimesi “O’na yakışan” kelimesi ile bağlanmıştır. Çünkü kâmil sıfatlar üç kısma ayrılır:

1-Allâh’a ve yaratıklara yakışan kâmil sıfatlar. İlim sıfatı gibi sıfatlar hem Allâh’a hem de yaratıklara yakışan bir sıfattır.

2-Allâh’a yakışmayan ama yaratıklara yakışan kâmil sıfatlar. Akıllı olmak, düşünceli olmak yaratıklara yakışan ama Allâh’a yakışmayan bir sıfattır.

3-Allâh’a yakışan ama yaratıklara yakışmayan kâmil sıfatlar. ”El-Cabbar” sıfatı gibi. El-Cabbar’ın Allâh hakkında kullanıldığındaki “mülkünde istemediği şey olamaz” manasındadır. İnsanlar hakkında kullanıldığındaki manası ise “zalim” demektir.

Soru-24: Allâh-u Teâlâ’yı “yakışmayan eksiklerden tenzih etme” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-24: Allâh-u Teâlâ kendi zatıyla ilgili kâmil sıfatlarla mevsuftur. O’nun hakkında kendisine yakışmayan “cehalet, güçsüzlük, acizlik, yer edinmek, taşınmak, renk ve cisim” gibi varlıklarda bulunan sıfatlardan

BEHCETUN NA ŽAR 1 8 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

münezzehtir. Hicri 321 yılında vefat eden İmam Ebu Cafer Et-Tahavi şöyle buyuruyor:

تَعَالَى (اللَّه) عَنِ الْحُدُودِ وَالْغَايَاتِ وَالأَرْكَانِ وَالأَعْضَاءِ وَالأَدَوَاتِ، لا تَحْوِيهِ الْجِهَاتُ السِّتُّ كَسَائِرِ الْمُبْتَدَعَاتِ

Anlamı: ”Allâh-u Teâlâ cisimlerden, nihayetlerden, kenarlardan, büyük ve küçük organlardan münezzehtir. Altı yön, kendisini diğer varlıkları kapsadığı gibi kapsamaz.”

Yani Allâh için “cisimdir” demek caiz değildir. Öyleyse Allâh-u Teâlâ, oturuyor olmaktan da münezzehtir. Çünkü oturma ile muttasıf olanın cisim veya sınırlı olması gerekir. İmam Ali şöyle buyuruyor:

إِنَّ اللَّهَ خَلَقَ الْعَرْشَ إِظْهَارًا لِقُدْرَتِهِ وَلَمْ يَتَّخِذْهُ مَكَاناً لِذَاتِهِ

Anlamı: “Allâh-u Teâlâ Arş-ı, kendisinin kudretini ve azametini göstermek için yaratmıştır; kendisine mekân edinmek için değil.”

Bu sözü, İmam Ebu Mansur El-Bağdadi “El-Ferku Beynel Firak” adlı kitabında, Allâh’ın mekânsız ve sınırsız olduğunu âlimlerin icmasını zikrettikten sonra nakletmiştir.

Soru-25: Allâh-u Teâlâ “Eş-Şurâ” suresinin 11. âyetinde şöyle buyuruyor:

لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىءٌ Bu âyetin anlamı nedir ?

Cevap-25: Allâh-u Teâlâ; hava, ruh, nur, melekler ve cinler gibi latif olan; insanlar, hayvanlar, dağlar ve taşlar gibi de kesif olan yükseklik ve derinlikleri olan hiçbir şeye benzemez.

Allâh-u Teâlâ “El-İĥlas” suresinin 4.ayetinde şöyle buyuruyor:

BEHCETUN NA ŽAR 19 بَهْجَة ُالنَّظَر ْ

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدُ

Anlamı : ”Hangi bakımdan olursa olsun Allâh’ın benzeri yoktur.”

İmam Zinnuni El Mısriyi ve İmam Ahmed (Allâh rahmet etsin) şöyle buyuruyorlar:

مَهْمَا تَصَوَّرْتَ بِبَالِكَ فَاللَّهُ بِخِلاَفِ ذَلِكَ

Anlamı: “Allâh-u Teâlâ, akla ve hayale gelen şeylerin hiçbirine benzemez.”

İmam Ebu Cafer Et-Tahavi “Tahavi Akidesi” nde şöyle buyuruyor:

وَمَنْ وَصَفَ اللَّهَ بِمَعْنىً مِنْ مَعَانِي الْبَشَرِ فَقَدْ كَفَرَ

Anlamı: ”Kim Allâh’ı insanlara kullanılan sıfatlardan bir sıfat ile vasfederse küfre düşmüş olur.”

Soru-26: Allâh’ın “ Es Semi’ ve El Bašir” sıfatları hakkında bilgi veriniz.

Cevap-26: Allâh-u Teâlâ “Eş-Şurâ” suresinin 11. ayetinde şöyle buyuruyor:

لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِير

Anlamı: “Hiç bir şey O’na benzemez. O, işiten ve görendir.”

Allâh-u Teâlâ bu ayette önce zatının hiç bir şeye benzemediğini sonra işiten ve gören olduğunu zikretmiştir. Bu da, Allâh'ın işitmesinin mahlûkatların işitmesine benzemediğine işarettir. Görmesi de mahlûkatların görmesine benzemez. Öyleyse Allâh-u Teâlâ’nın bütün sıfatları yarattığı mahlûkatların sıfatlarına benzemez. Allâh-u Teâlâ duyulan ve duyulamayan şeyleri kulak veya benzeri bir alete ihtiyacı olmaksızın duyar. Görülebilen ve görülemeyen her şeyi ise ışık, göz, pırıltı ve başka aletler olmaksızın görür. O, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.

BEHCETUN NA ŽAR 20 بَهْجَة ُالنَّظَر ْ

Soru-27: Müellifin "O (Allâh), El-Kadim’dir (ezelidir), geriye kalan her şeyin başlangıcı vardır. O (Allâh), yaratandır, Ondan başka her şey yaratılmıştır” kelamını açıklayınız.

Cevap-27: Sadece Allâh-u Teâlâ “El-Kadîm’dir.” Allâh’ın varlığı ezelidir, başlangıcı yoktur. Allâh’tan başka her şeyin başlangıcının olduğuna itikad etmek farzdır. Varlık âlemine giren zerreden Arş’a kadar, kulların hareketlerini ve akıllarına gelen her şeyin yaratıcısı Allâh-u Teâlâ’dır. Allâh’tan başka hiç kimsenin yaratma sıfatı yoktur. Varlık âlemine gelen her şey Allâh’ın kudreti, iradesi, takdiri ve ezeli olan ilmiyledir.

Allâh-u Teâlâ “El-Furkân” suresinin 2. ayetinde şöyle buyuruyor:

َخَلَقَ كُلَّ شَىءٍ

Anlamı: “O (Allâh), her şeyi yaratmıştır.”

İmam Nesefi şöyle buyuruyor:

فَإِذَا ضَرَبَ إِنْسَانٌ زُجَاجًا بِحَجَرٍ فَكَسَرَهُ فَالضَّرْبُ وَالْكَسْرُ وَالاِنْكِسَارُ بِخَلْقِ

اللَّهِ تَعَالَى

Anlamı: ”Bir insan, cama taş atar ve camı kırarsa; vuruşu, kırışı ve kırılışı Allâh yaratmıştır.”

Soru-28: Allâh-u Teâlâ’nın “El-Kelâm” sıfatı hakkında bilgi veriniz.

BEHCETUN NA ŽAR 21 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Cevap-28: İmam Ebu Hanife “El-Fıkhıl Ebsat” adlı kitabında şöyle buyuruyor:

وَيَتَكَلَّمُ لا كَكَلاَمِنَا، نَحْنُ نَتَكَلَّمُ بِالآلاتِ مِنَ الْمَخَارِجِ وَالْحُرُوفِ وَاللَّهُ مُتَكَلِّمٌ بِلاَ ءَالَةٍ وَلا حَرْفٍ

Anlamı: ”O(Allâh), tekellüm eder, fakat bizim kelamımız gibi değildir. Biz mahreçler, aletler ve harfler vasıtasıyla konuşuruz. Ama Allâh-u Teâlâ aletsiz ve harfsiz tekellüm eder.”

Allâh’ın tekellüm ettiği kelam, bizim kelamımıza benzemez. O’nun kelamının başlangıcı ve sonu yoktur. Kelamında ne duruş ne de kesinti olur. Çünkü kelamı ne harf ne de sestir. Muhakkak ki, Allâh’ın kelamı kendisine has ezeli ve ebedi bir sıfattır. O’nun kelamı yaratılmışların kelamına benzemez.

Allâh-u Teâlâ “ En-Nisê’ ” suresinin 164. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَكَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا

Anlamı: ”Allâh-u Teâlâ, kendi kelamıyla Musa’ya tekellüm etti.”

Soru-29: Müellifin "Allâh-u Teâlâ’nın zatı, sıfatları ve fiilleri mahlûkatlarınkine benzemez" kelamını açıklayınız.

Cevap-29: Allâh’ın Zatı yaratılmışların zatına benzemez. Allâh’ın sıfatları yaratılmışların sıfatlarına benzemez ve Allâh’ın fiilleri de yaratılmışların fiillerine benzemez. Allâh’ın fiili ezeli ve ebedidir. “Meful” ise sonradan yaratılmıştır.

Allâh-u Teâlâ “En-Nahl” suresinin 60.âyetinde şöyle buyuruyor:

BEHCETUN NA ŽAR 22 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

وَللَّهِ الْمَثَلُ الأَعْلَى

Anlamı: “En yüce sıfatlar Allâh’ındır.”

İmam Ebu Hanife ve İmam Buĥari bu konuyla ilgili şöyle buyurmuşlar:

فِعْلُهُ تَعَالَى صِفَةٌ لَهُ فِي الأَزَلِ وَالْمَفْعُولُ حَادِثٌ

Anlamı: ”Allâh-u Teâlâ'nın fiili kendisine has, ezeli bir sıfattır. Meful (yaratık) ise sonradan var olmuştur.”

Soru-30: Müellifin “Allâh, zalimlerin dediklerinden münezzehtir” kelamını açıklayınız.

Cevap-30: Subhanehu ve Teâlâ’nın manası; “Allâh-u Teâlâ’yı noksan sıfatlardan tenzih ederiz” dir. Muhakkak ki, O, Tebareke ve Teâlâ zalimlerin, yani kâfirlerin dediklerinden münezzehtir. Çünkü küfür zulmün en yüksek mertebesi, en büyüğü ve en şiddetlisidir.

Allâh-u Teâlâ ‘El-Bakarah’ suresinin 254. ayetinde şöyle buyuruyor:

وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Anlamı: ”Kâfirler, zâlimlerin ta kendileridir.”

Soru-31: Âlimler; "Allâh-u Teâlâ’nın bilinmesi Farz-ı Ayn olan 13 tane sıfatı vardır." demişlerdir. Bunlar hangileridir?

Cevap-31: Âlimlerin bildirdiği Allâh’ın 13 tane sıfatını bilmek farzdır. Bunlar Kurân-ı Kerim’de ya lâfzen ya da manen zikredilmiştir. Bu sıfatlar şunlardır:

BEHCETUN NA ŽAR 23 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

1-El-Vucud ( الْوُجُودُ ) 2-El-Vehdêniyyeh ( الْوَحْدَانِيَّة ُ)

3-El-Kıdem ( الْقِدَمُ ) 4-El-Bekâ’ ( الْبَقَاء ُ)

5-El-Kıyemu Binnefs (الْقِيَامُ بِالنَّفْس ِ) 6-El-Kudrah (الْقُدْرَة ُ)

7-El-İradeh ( الإرَادَةُ) 8-El-İlm (الْعِلْم ُ)

9-Es-Sem^ ( السَّمْعُ ) 10-El-Bašar ( الْبَصَر ُ)

11-El-Hayêt ( الحَيَاة ُ) 12-El-Kelâm ( الْكَلامُ)

13-El-Mulefetu lil Havêdisِ ) ( الْمُخَالَفَة ُلِلْحَوَادِث

Soru-32: Allâh’ın sıfatlarının ezeli olmasını açıklayınız.

Cevap-32: Allâh’ın Zatı ezeli olduğu gibi sıfatları da ezelidir. Allâh’ın Zatı ezeli olduğundan muhakkak ki, sıfatlarının da ezeli olması gerekir. Sıfatları yaratılmış olsaydı, o zaman zatı da yaratılmış olurdu.

İmam Ebu Hanife “El-Fıkhıl Ebsat” adlı kitabında şöyle buyuruyor:

فَصِفَاتُهُ غَيْرُ مَخْلُوقَةٍ وَلا مُحْدَثَةٍ، وَالتَّغَيُّرُ وَالاِخْتِلافُ فِي الأَحْوَالِ يَحْدُثُ فِي الْمُخْلُوقِينَ، وَمَنْ قَالَ إِنَّـهَا مُحْدَثَةٌ أَوْ مَخْلُوقَةٌ أَوْ تَوَقَّفَ فِيهَا أَوْ شَكَّ فِيهَا فَهُوَ كَافِرٌ

Anlamı: ”Allâh-u Teâlâ’nın sıfatları yaratılmış değildir. Sonradan olma da değildir. Yaratılmışlarda olan değişme ve ihtilafa uğrama gibi durumlardan münezzehtir. Kim Allâh’ın sıfatları hakkında sonradan olmuştur veya yaratılmıştır derse veya onda duraklarsa (yani “yaratılmıştır veya yaratılmamıştır demem” gib ) der veya şüphe ederse kâfir olur.”

Soru-33: “Şahadet ederim ki, Muhammed Allâh’ın Resulüdür.” İkinci Şahadet’in anlamı nedir?

BEHCETUN NA ŽAR 24 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Cevap-33: Şahadet’in bu kısmının anlamı; “Dilimle itiraf ediyor ve kalbimle itikat ediyorum ki, Efendimiz olan Muhammed, şeriatına iman edip kendisine tâbi olsunlar diye bütün âlemlere, cinlere ve insanlara Allah’ın emriyle Resul olarak gönderilmiştir. Allâh’tan tebliğ ettiği bütün konularda sadıktır.”

Allâh-u Teâlâ “El-Furn” suresinin 1. ayetinde şöyle buyuruyor:

تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَى عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيرًا

Anlamı: “Kurân’ı bütün âlemlere, cinlere ve insanlara uyarıcı olsun diye kuluna indiren Allâh’ın şanı, ne yücedir.”

Soru-34: Peygamberimizin neslini, kabilesini, nerede doğduğunu, nerede vefat ettiğini ve nerede defnedildiğini anlatınız?

Cevap-34: O, Muhammed bin Abdullâh bin Abdulmuttalip bin Haşim bin Abdimenef El-Kureyşi’dir. Peygamberimiz Kureyş kabilesindendir. Rabiul Evvel ayının 12.gecesinde Mekke’de doğmuştur. Mekke’de iken 40 yaşında vahiy ile nübüvvet geldi. Vahyin gelişinden 13 sene sonra Medine’ye hicret etti ve orada 10 yıl kaldıktan sonra yine Medine’de vefat etti. Medine-i Münevvere’de, Mü’minlerin annesi Aişe’nin evinde defnedildi. Yani diğer peygamberlerde olduğu gibi Peygamberimiz de vefat ettiği yerde defnedilmiştir. Çünkü peygamberlere has olan özelliklerden bir tanesi de vefat ettikleri yerlerde defnedilmesidir.

Soru-35: İkinci Şahadetin açıklamasında müellifin “Allâh’tan haber verdiği bütün konularda sadıktır” sözünü açıklayınız.

Cevap-35: Peygamber Efendimizin, Allâh’tan haber verdiği her konuda sadık olduğuna iman etmek farzdır. Geçmiş ümmetlerin ve Peygamberlerin hayatları, ilk yaratık, dünya ve Ahirette hâsıl olacak olaylar hakkında veya kulların bazı fiillerini ve sözlerini helal veya haram kılması gibi tüm hususlardaki bildirmiş olduğu konularda sadıktır. Allâh-u Teâlâ “En-

BEHCETUN NA ŽAR 25 بَهْجَة ُالنَّظَر

Necim” suresinin 3. ve 4. âyetlerinde Muhammed hakkında şöyle buyuruyor:

وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى

Anlamı: ”O (Muhammed), kendi görüşüyle değil, ancak O’na vahyedilen şeyleri konuşur”.

Soru-36: “Kabir azabı” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-36: Kabir azabına iman etmek farzdır. Mükellef olan kâfir, tevbe etmeden, yani Kelime-i Şahadeti getirmeden ölürse, kabirde azap çekecektir. Kabir azabı olarak günün başlangıcında ve sonunda olmak üzere günde iki defa Cehennemde azap görmesi, kabrin kabir ehlinin üzerine daralıp kaburga kemiklerinin birbirine geçecek şekilde sıkıştırılması, Münker ve Nekir denen iki meleğin kabirdeki insana demirden bir balyoz ile iki kulağın arasına vurmaları ve bundan başka azapların olduğu rivayet olunmuştur. Bazı Müslümanlar günahlarından tevbe etmeden ölürlerse kabirlerinde kâfirlerin gördükleri azaptan daha az bir azap göreceklerdir. Kabrin vahşetinden ve karanlığından korkmalarını buna örnek gösterebiliriz. Her kim kabir azabını inkâr ederse kâfir olur. Çünkü aşağıdaki delil olarak göstereceğimiz ayet ve hadislere muhalif olmuş olurlar.

Allâh-u Teâlâ “El-Ğafir” (Mü’min) suresinin 46. âyetinde şöyle buyuruyor:

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا

ءَالَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَاب

Anlamı: ”Onlar kabirlerinde sabah akşam ateşe sunulacaklar. Kıyamet koptuğu günde Firavun’un ve Âlî’ni, yani adamlarını azabın en çetinine sokun denir.”

BEHCETUN NA ŽAR 26 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

İmam Buĥari ve İmam Müslim’in “Enes’ten” rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتَوَلَّى عَنْهُ أَصْحَابُهُ إِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهم إِذَا انصَرَفُوا أَتَاهُ مَلَكَانِ فَيُقْعِدَانِهِ فَيَقُولانِ: مَا كُنْتَ تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ مُحَمَّد؟ فَأَمَّا الْمُؤْمِنُ فَيَقُولُ: أَشْهَدُ أَنَّهُ عَبْدُ اللَّهِ وَرَسُولُهُ، فَيُقَالُ لَهُ: اُنْظُرْ إِلَى مَقْعَدِكَ مِنَ النَّارِ أَبْدَلَكَ اللَّهُ بِهِ مَقْعَداً مِنَ الْجَنَّةِ، فَيَرَاهُمَا جَمِيعاً، وَأَمَّا الْكَافِرُ أَوِ الْمُنَافِقُ فَيَقُولُ: لا أَدْرِي كُنْتُ أَقُولُ مَا يَقُولُ النَّاسُ فِيهِ، فَيُقَالُ: لا دَرَيْتَ وَلا تَلَيْتَ، ثُمَّ يُضْرَبُ بِمِطْرَقَةٍ مِنْ حَدِيدٍ بَيْنَ أُذُنَيْهِ فَيَصِيحُ صَيْحَةً يَسْمَعُهَا مِنْ يَلِيهِ إِلا الثَّقَلَيْنِ

Anlamı: ”Kul, mezara konulduktan sonra kendisini defneden cemaat mezardan ayrılırken onların ayak seslerini duyar. Daha sonra iki melek gelip kabirdeki kişiyi oturtturup sorarlar: “Muhammed adındaki bu adam hakkında ne diyordun?” Mü’min olan kabir ehli der ki: “Şahadet ederim ki O, Allâh’ın kulu ve Resulü’dür.” Ona; “Cehennemdeki yerine bak, Allâh sana Cennette bir yerle değiştirmiştir” derler. Kul iki yeri de görür. Kâfir veya münafık ise Peygamberimiz için sorulan soruya cevap olarak der ki: “Bilmiyorum, insanlar onun hakkında ne söylüyorlarsa bende aynısını söylüyordum.” Ona; “Muhakkak ki bilmiyorsun” derler. Bu sorgulamadan sonra iki kulağı arasına balyozla vurulur. Öyle bir bağırır ki, insanlar ve cinler hariç oradakiler atılan bu çığlığı duyarlar.”

Soru-37: “Kabrin nimetleri” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-37: Kabrin nimetlerine iman etmek farzdır. Peygamberimiz kabirdeki bu nimetlerden bahsetmiştir. Kabir, Takî (Takva sahibi) Mü’minler için yetmişe yetmiş zira genişlikte olur. Allâh yolunda şehit düşüp bu mertebeye ulaşan insanlar için Allâh’ın meşi'eti ile kabir genişler

BEHCETUN NA ŽAR 27 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

ve bedir gecesinde ayın nuruna benzeyen bir nurla nurlandırılır. Cennetin kokusunu alma da kabrin nimetlerindendir.

İmam İbn-u Hibben’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

إِذَا قُبِرَ الميِّتُ أو الإنسانُ أتاهُ ملكانِ أسودانِ أزر قانِ يقالُ لأحدِهما: منكرٌ، وللآخرِ: نكيرٌ، فيقولانِ لهُ: ما كنتَ تقولُ في هذَا الرجلِ محمدٍ، فهوَ قائلٌ ما كانَ يقولُ، فإنْ كانَ مُؤمِنًا قالَ: هُو عبدُ اللَّه وَرَسُولُهُ أَشْهَدُ أَن لا إِلَه إلا اللَّهُ وأَشْهَدُ أنَّ محمدًا عبدُهُ ورسولُهُ، فَيقُولانِ لَهُ إنْ كُنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّكَ لَتَقُولُ ذلكَ، ثم يفسحُ لَهُ في قَبْرِهِ سبعُونَ ذرَاعًا، ويُنَوَّرُ لَهُ فيهِ، فيقَالُ لَهُ: نَمْ فيَنامُ كَنوْمِ الْعَرُوسِ الَّذِي لا يُوقِظُهُ إِلا أَحَبُّ أَهْلِهِ، حَتى يبعثَهُ اللَّهُ منْ مَضْجَعِهِ ذَلِكَ

Anlamı: ”Ölü defnedildikten sonra yanına, renkleri siyah ve mavi olan birisine “Münker”, diğerine de “Nekir” denilen iki melek gelir. Ve ölüye derler ki; “Muhammed adındaki bu adam hakkında ne diyordun.” O kimse peygamberimiz için dünyada iken ne söylüyorsa aynısını kabirde de söyleyecektir. Mü’min der ki; “O, Allâh’ın kulu ve Resulü’dür. Şahadet ederim ki, Allâh’tan başka ilah yoktur. Ve yine Şahadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür.” Ona; “Böyle söyleyeceğini biliyorduk” derler. Daha sonra kabri aydınlanır ve 70 zira uzunluğunda ve 70 zira genişliğinde olur. Sonra ona; “Uyu” derler. Öyle güzel ve rahat bir şekilde uyur ki, damat gerdek gecesinden sonra ehlinden en sevdiği kişi tarafından nasıl rahat bir şekilde uyandırılıyorsa Kıyamet gününde de yine aynı rahatlıkta ve mutlu bir şekilde hesaba kalkar.”

Soru-38: “Münker ve Nekir" adlı meleklerin sorusu hakkında bilgi veriniz.

Cevap-38: "Münker ve Nekir" adlı meleklerin sorusuna iman etmek farzdır. Sual, davet ümmetinden olan mü’minlere ve kâfirlere sorulacaktır. Kâmil

BEHCETUN NA ŽAR 28 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

mü’mini, Allâh güçlü kılar. Meleklerin sualinden ve korkutucu olanşekillerinden korkmaz. Çünkü hadiste varid olduğu gibi siyah ve mavi renkte olup korkutucudurlar. Meleklerin sualinden; çocuklar, şehitler ve Peygamberler müstesnadır. Çocuklardan maksat, buluğ çağına varmadan ölenler, şehitten maksat ise savaşta şehit düşen kimselerdir.

Soru-39: “El-Be’as” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-39: "El-Be’as" (dirilme), toprağın ölülerin cesetlerini yedikten sonra, cesetlerin tekrar kabirden çıkıp dirilmesidir. Tâbi eğer ölü kişiler toprağın cesetlerini yediği kısımlardan iseler. Peygamberlerin, savaş şehitlerinin ve bazı büyük evliyaların cesetlerini toprak yemez.

Allâh-u Teâlâ “El-Hac” suresinin 7. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَأَنَّ السَّاعَةَ ءَاتِيَةٌ لا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُور

Anlamı :”Muhakkak ki, Kıyamet gelecektir bundan hiç şüphe yoktur. Allâh bütün kabirlerde olan kişileri diriltecektir.”

Soru-40: “El-Haşr” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-40: "El-Haşr"; kişinin kabrinden kalkıp hesap sahasına gitmesine denir. Haşrolunma üç şekilde olacaktır:

1-Giyinmiş, merkebe binmiş, karnı tok olarak haşrolunanlar. Bunlar muttakilerdir

2-Çırılçıplak bir şekilde hesaba gidenler. Bunlar fasıklardır (büyük günahkârlar).

3-Çırılçıplak bir şekilde yüz üstü sürünerek hesap sahasına gidenler. Bunlar da kâfirlerdir.

BEHCETUN NA ŽAR 29 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

İnsanlar, hayvanlar ve cinler haşredilecektir. İnsanlar ve cinler ya Cennet ya da Cehenneme giderler. Hayvanlar ise birbirlerinden haklarını aldıktan sonra toprak olacaklardır.

Allâh-u Teâlâ “El-Bakarah” suresinin 203. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

Anlamı: Allâh-u Teâlâ, Ondan korkmalarımızı emrediyor ve haşrolacağımızı (hesap sahasında toplanacağımızı) bildiriyor.

Allâh-u Teâlâ “ El-İsrâ’ ” suresinin 97. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَى وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا

Anlamı: Allâh-u Teâlâ, kâfirleri Kıyamet gününde kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzüstü haşredeceğini bildiriyor.

Allâh-u Teâlâ “Et-Tekvir” suresinin 5. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ

Anlamı: ”Hayvanlar haşredildiğinde...”

Soru-41: “Kıyamet günü" hakkında bilgi veriniz.

Cevap-41: "Kıyamet" insanların kabirlerinden çıkıp Cennet ehlinin Cennete, Cehennem ehlinin de Cehenneme girmesidir. Kıyamet gününün süresi bizim bildiğimiz 50 bin yıl kadardır. İmanı kâmil olan insan için, yani farzları yapıp haramlardan kaçınan kişi için iki namaz arasındaki süre kadardır.

Allâh-u Teâlâ “El-Mâric” suresinin 4. âyetinde şöyle buyuruyor:

BEHCETUN NA ŽAR 30 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ

Anlamı: “Öyle bir gün ki, bunun müddeti 50 bin senedir.”

Soru-42: “El-Hisab” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-42: "El-Hisab"; kullara amellerinin sunulması ve kitapları verildikten sonra amellerinden hesaba çekilmesidir. Bu kitaplar, hayır ve sevapları yazan Rakib ile günahları yazan Atid’in adındaki meleklerin, insanların dünyadaki amellerini yazmış olduğu kitaplardır. Mü’min kitabını sağ elle, kâfir ise kitabını arkadan sol elle alır. Allâh-u Teâlâ “El-İnşikâk” suresinin 7.8.9.10.11. ve 12. âyetlerinde şöyle buyuruyor:

فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَسَوْف يُحَاسَبُ حِسَابًا يَسِيرًا وَيَنْقَلِبُ إِلَى أَهْلِهِ مَسْرُورًا وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَآءَ ظَهْرِهِ فَسَوْفَ يَدْعُوا ثُبُورًا وَيَصْلَى سَعِيرًا

Anlamı: “Kimin kitabı sağından verilirse kolay bir hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine (yani Cennet ehline) dönecektir. Kimin kitabı da arkasından verilirse, o kişi derhal yok olmayı isteyecek ve alevli ateşe girecektir.”

Soru-43: “Sevap ve Azap” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-43: "Sevap"; Mü’minin dünyada iken yaptığı iyi amellerden dolayı Ahiret'te alacağı mükâfattır. "Azap" ise; yaptığı kötü amellerden dolayı, göreceği hoşnut olunmayacak şeylerdir.

Soru-44: “Mizan” (terazi) hakkında bilgi veriniz.

Cevap-44: "Mizan"a, yani teraziye iman etmek farzdır. Terazi; amellerin tartıldığı ortasında bir direk ve her iki yanında birer kefeden oluşan büyük bir cisimdir.

BEHCETUN NA ŽAR 31 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Allâh-u Teâlâ “El-Eărâf” suresinin 8. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقّ

Anlamı: “O günde tartı haktır.”

Kâfirin sevabı olmadığı için bütün günahları bir kefeye katılır. Ancak mü’minin sevapları bir kefeye, günahları da diğer kefeye konulur. Eğer sevapları günahlarından ağır gelirse, o kişi azapsız Cennete girer. Eğer günahları sevaplarından daha ağır gelirse, o kişinin durumu Allâh’ın meşi'eti altındadır; dilerse affeder, dilerse o kişiyi (Cehennemde) azap çektikten sonra Cennete alır.

Allâh-u Teâlâ “El-Kariăh” suresinin 6.7.8. Ve 9. âyetlerinde şöyle buyuruyor:

فَأَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ

مَوَازِينُهُ فَأُمُّهُ هَاوِيَةٌ

Anlamı: ”O gün kimin tartılan ameli ağır (hayırlı) gelirse, işte o, hoşnut edici bir yaşayış içinde olur. Ameli kötü olana gelince, onun yeri haviye’dir.” Yani o kötü amelin sahibinin yeri cehennemdir.

Soru-45: “Cehennem” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-45: "Cehennemin" varlığına ve şu anda yaratılmış olduğuna iman etmek farzdır.

Allâh-u Teâlâ “El-Bakarah” suresinin 24. âyetinde Cehennem hakkında şöyle buyuruyor:

BEHCETUN NA ŽAR 32 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ

Anlamı: “Kâfirler için hazırlanmıştır.”

Cehennem, Allâh’ın yarattığı en şiddetli ve en kuvvetli ateştir. Merkezi yedi kat yerin altındadır ve o sonsuz bir şekilde kalacaktır.

Allâh-u Teâlâ “El-Ahzêb” suresinin 64. ve 65. âyetlerinde şöyle buyuruyor:

إِنَّ اللَّهَ لَعَنَ الْكَافِرِينَ وَأَعَدَّ لَهُمْ سَعِيرًا خَالِدِينَ فِيهَآ أَبَدًا لا يَجِدُونَ

وَلِيًّا وَلا نَصِيرًا

Anlamı: ”Muhakkak ki, Allâh kâfirlere lanet etmiş (yani kâfirleri rahmetinden kovmuş) ve onlara çok şiddetli bir ateş hazırlamıştır. Ebedi olarak içinde kalacaklar, ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklar.”

Soru-46: “Es-Sırat” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-46: "Es-Sırat"; Cehennem üzerinde bulunan ve insanların üzerinden geçeceği bir köprüdür. Bunun bir tarafı değişen yerde (değişen yer; kıyametten sonra yeryüzünün değiştikten sonraki halidir), diğer tarafı ise Cehennemi aşıp Cennete yakın bir yerdedir. İnsanlar Sırat Köprüsünün hizasından geçerler. Mü’minlerin bir kısmı Sırat’a basmadan uçarak geçerken, bir kısmı da Sırat’a basarak geçerler. Bir kısım insanlar bu köprüden Cehenneme düşerken bir kısmını da Allâh, Cehenneme düşmekten kurtaracaktır. Ancak kâfirlerin hepsi Cehenneme düşeceklerdir. Allâh-u Teâlâ “Meryem” suresinin 71. âyetinde şöyle buyuruyor:

و إِنْ مِّنْكُمْ إِلا وَارِدُهَا

BEHCETUN NA ŽAR 33 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Anlamı: Allâh-u Teâlâ, herkesin Cehennemin üzerinden geçeceğini bildiriyor.

Geçmek iki şekilde olur:

1-Havadan geçmek.

2-İçine düşmek.

Soru-47: “El-Havd” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-47: "El-Havd"; Allâh’ın Cennet ehli için hazırladığı bir havuzdur. Cennet ehli Cennete girmeden önce bu havuzdan içerler ve sonra kesinlikle susamazlar. Her Peygamberin ümmeti için bir havuzu vardır. Bu havuzların en büyüğü içine Kevser suyunun aktığı Peygamberimizin havuzudur. O havuzda, semadaki yıldızların sayısı kadar taslar vardır. İçlerine Cennet suyundan doldurulur.

Soru-48: “Şefaat” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-48: "Şefaat"; başkasından, başkası için hayrı istemektir. Şefaat, sadece Müslümanlara mahsustur. Peygamberler, ilmi ile amel eden âlimler, şehitler ve melekler şefaat ederler. İmam Hâkim’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

" شَفَاعَتِي لأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِِي "

Anlamı: ”Şefaatim, ümmetimin büyük günahkârlarınadır.”

Kâfirlere Kıyamet gününde şefaat yoktur.

Allâh-u Teâlâ “El-Enbiyê’ ” suresinin 28. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَلا يَشْفَعُونَ إِلا لِمَنِ ارْتَضَى

BEHCETUN NA ŽAR 34 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Anlamı: “Allâh’ın razı olduklarından başka kimseye şefaat etmezler.”

Soru-49: “Cennet" hakkında bilgi veriniz.

Cevap-49: "Cennet"; Darusselam’dır ve şu anda vardır. Allâh-u Teâlâ “Eli-İmrân” suresinin 133. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَسَارِعُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ

َ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِين

Anlamı: Allâh-u Teâlâ, mü’minlere gökler ve yer genişliğinde, muttakiler için hazırlanan Cennete ve onun bağışına (affına) acele etmeyi emrediyor.

Cennet sonsuza dek kalacaktır. Allâh-u Teâlâ “ En-Nisê’ ” suresinin 13. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ

فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Anlamı: ”Kim Allâh’a ve Resulüne itaat ederse, Allâh, onu, altından ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır. Orada devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur.”

Cennete girenlerin çoğu fakirlerdendir. İmam Buĥarî’nin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

" دَخَلْتُ الْجَنَّةَ فَرَأَيْتُ أَكْثَرَ أَهْلِهَا الْفُقَرَاء"

Anlamı: “Cennete girdim, Cennet ehlinin çoğunun fakirlerden olduğunu gördüm.”

BEHCETUN NA ŽAR 35 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Allâh-u Teâlâ onda (Cennette) hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir beşerin kalbine gelmemiş güzellikleri hazırlamıştır. İmam Buĥari’nin rivâyet ettiği Kudsi bir hadiste Peygamberimiz dedi ki, Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

أَعْدَدْتُ لِعِبَادِيَ الصَّالِحِينَ مَا لا عَينٌ رَأَتْ وَلا أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلا خَطَرَ عَلَى قَلْبِ بَشَر"

Anlamı: “ Allâh, salih kulları için hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir beşerin kalbine (aklına) gelmemiş güzellikler hazırlamıştır.”

Soru-50: “Allâh-u Teâlâ’nın Ahiret’te gözle görülmesinden bahsediniz.

Cevap-50: Cennet ehlinin, Allâh’ı mekânsız ve yönsüz göreceğine iman etmek farzdır. Mü’minler kendileri Cennette iken başlarındaki (normal gözleri) gözleri ile benzersiz, mekânsız ve yönsüz Allâh’ı görürler. Allâh-u Teâlâ “El-Kıyêmeh” suresinin 22. ve 23. âyetlerinde şöyle buyuruyor:

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ

Anlamı: ”Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rabbine bakacaklardır.” (O’nu göreceklerdir.)

İmam Müslim’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَمَا تَرَوْنَ الْقَمَرَ لَيْلَةَ الْبَدْرِ لا تُضَامُونَ فِي رُؤْيَتِهِ"

BEHCETUN NA ŽAR 36 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Anlamı: ”Siz, ayı, Bedir gecesinde gördüğünüz gibi, Kıyamet gününde de Rabbinizi göreceksiniz ve O’nu (Allâh’ı) gördüğünüzde şek ve şüpheniz olmayacaktır.”

Allâh Resulü, Rabbimizi dolunaya benzetmemiştir. Fakat bundaki kasıt nasıl dolunay görüldüğünde kesin olarak dolunay olduğu bilinirse

Allâh-u Teâlâ, görüldüğünde de şek ve şüphe olmadan O’nun (Allâh) olduğu bilinir.

İmam Ebu Hanife “El-Fıkhıl Ekbar” adlı kitabında şöyle buyuruyor:

وَاللَّهُ تَعَالَى يُرَى فِي الآخِرَةِ، يَرَاهُ الْمُؤْمِنُونَ وَهُمْ فِي الْجَنَّةِ بِأَعْيُنِ رُءُوسِهُمْ بِلا تَشْبِيهٍ وَلا كَيْفِيَّةٍ وَلا كَمِّيَّةٍ وَلا يَكُونُ بَيْنَه ُ وَبَيْنَ خَلْقِهِ مَسَافَةٌ

Anlamı: ”Allâh-u Teâlâ, Ahirette görülür. Mü’minler onu kendileri Cennette iken başlarındaki gözleri ile hiç bir şeye benzetmeden, şekilsiz, hacimsiz, suratsız ve Allâh ile mahlûkatları arasında mesafe olmaksızın göreceklerdir.”

Soru-51: “Meleklere iman” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-51: "Meleklerin" mükerrem kullar olduklarına iman etmek farzdır. Melekler ne erkek ne de dişidirler. Yemek yemezler, içmezler, uyumazlar. Kısacası nefsanî duygulardan uzaktırlar. Günah işlemeyip, Allâh’a isyan etmezler, Allâh’ın emrettiğini yaparlar. Allâh-u Teâlâ “Et-Tehrîm” suresinin 6. âyetinde şöyle buyuruyor:

عَلَيْهَا مَلآئِكَةٌ غِلاظٌ شِدَادٌ لا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا

َ يُؤْمَرُون

Anlamı: ”Onun (Cehennemin) başında güçlü, kuvvetli ve Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyleri yapan melekler vardır.”

BEHCETUN NA ŽAR 37 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Her kim melekler dişidir derse kâfir olur. Allâh-u Teâlâ “En-Necim” suresinin 27. âyetinde şöyle buyuruyor:

إِنَّ الَّذِينَ لا يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلائِكَةَ تَسْمِيَةَ الأُنْثىَ

Anlamı: “Ancak Ahirete inanmayanlar, meleklerin dişi olduklarını söylerler.”

Melekler, cinsel organı olmaksızın erkeklerin kılığına girebilirler.

Soru-52: “Peygamberlere iman” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-52: Allâh’ın Resul olan ve Resul olmayan bütün Peygamberlerine iman etmek farzdır. Peygamberlerin ilki Âdem sonuncusu ise Muhammed’dir.

Allâh-u Teâlâ “El-Bakarah” suresinin 285.âyetinde şöyle buyuruyor:

لا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ

Anlamı: “Peygamberler arasında hiç bir ayırım yoktur.”

Soru-53: Resul olan Nebiy ve Resul olmayan Nebiy arasındaki fark nedir?

Cevap-53: Nebi; Resul olmayan Peygamberdir. Resul; kendisine yeni bir şeriat vahyedilendir. Yani Resul olan Nebi yeni bir şeriatla gönderilendir. Resul olmayan Nebi kendisine yeni bir şeriat değil de kendisinden önceki Resulün şeriatına tâbi olması için gönderilen peygamberdir. Ve hepsi, yani Resul olan ve Resul olmayan Peygamberler “Tebliğ” etmekle emrolunmuşlardır.

Allâh-u Teâlâ “El-Bakarah” suresinin 213. âyetinde şöyle buyuruyor:

BEHCETUN NA ŽAR 38 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِين

Anlamı: “İnsanlar bir tek ümmet idi, sonra, Allâh, müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nebiyler göndermiştir.”

Soru-54: “Semavi kitaplara iman” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-54: Allâh’ın Resullerine indirilen semavi kitaplara iman etmek farzdır. Semavi kitapların sayıları çoktur. En çok tanınmışları; Kur’ân’ı Kerim, Tevrat, İncil ve Zebur’dur.

Semavi kitapların sayısını, Eş-Şeyh Şemsuddin Er-Ramli’nin “Niheyetul Muhtec Fi Şerhil Minhec” adlı kitabında 104 olduklarını zikretmiştir.

Soru-55:Kaderin hayrına ve şerrine iman” hakkında bilgi veriniz.

Cevap-55: "Kaderin hayrına ve şerrine", yani şer ya da hayır olarak var olan her şeyin Allâh’ın ezeli takdiri ile olduğuna iman etmek farzdır. Kulların hayır amelleri Allâh’ın takdiri, sevgisi ve rızasıyladır. Kulların şer amelleri ise Allâh'ın takdiri iledir. Fakat Allâh şerri ve şer olan şeyleri sevmez. İmam Müslim’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

"الايمَانُ أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّه"

Anlamı: ”İman; Allâh’a, Meleklerine, Kitaplarına, Resullerine, Kıyamet Gününe ve Kaderin hayır ve şerrine iman etmektir.”

Soru-56: Peygamberimizin daveti ile ilgili bazı konulardan bahsediniz.

Cevap-56: Peygamber Efendimiz Muhammed’in davetine ve Peygamberlerin sonuncusu olduğuna iman etmek farzdır.

BEHCETUN NA ŽAR 39 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Allâh-u Teâlâ “El-Ehzêb” suresinin 40. âyetinde şöyle buyuruyor:

وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ

Anlamı: “Peygamberlerin sonuncusudur.”

İmam Müslim’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

"وَخُتِمَ بِيَ النَّبِيُّون "

Anlamı: “Peygamberler benimle son buldu.”

Peygamber Efendimizin, Ademoğullarının en üstünü olduğuna iman etmek farzdır. Âlimler buna ittifak etmişlerdir. İmam Tirmizi’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

أَنَا سَيِّدُ وَلَدِ ءَادَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلا فَخْرٌ

Anlamı: ”Ben Kıyamet gününde Âdemoğullarının efendisiyim, iftihar için söylemiyorum”.

Soru-57: Allâh’ın Peygamberlerine farz olan bazı sıfatlar hakkında bilgi veriniz.

Cevap-57: Allâh, Peygamberleri insanlara dünya ve Ahiret işlerini tebliğ etmek için göndermiştir. Onlar, insanların rehberi ve önderidirler, bu yüzden Allâh, Peygamberlerini, onlara layık, yakışan, iyi sıfatlar ve iyi ahlak ile sıfatlandırdı. Bu sıfatlar sıdık, emanet, fetanet (zeki olmak), cesaret ve iffettir ( namusluluk).

Allâh-u Teâlâ “El-En’âm” Sûresinin 86. âyetinde bazı Peygamberleri zikrettikten sonra şöyle buyuruyor:

BEHCETUN NA ŽAR 40 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ

Anlamı: Allâh-u Teâlâ, bu ayeti kerimede Peygamberleri bütün âlemlerden daha üstün kıldığını bildiriyor.

İmam Tirmizi’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:

“مَا بَعَثَ اللَّهُ نَبِيًّا إِلا حَسَنَ الْوَجْهِ حَسَنَ الصَّوْتِ، وَإِنَّ نَبِيَّكُمْ أَحْسَنُهُمْ وَجْهًا وَأَحْسَنُهُمْ صَوْتًا”

Anlamı: Allâh, güzel yüzlü ve güzel sesli olmayan bir Peygamber göndermemiştir ve muhakkak ki, sizin Peygamberiniz onların en güzel yüzlü ve en güzel sesli olanıdır.”

Soru-58: Allâh’ın Peygamberlerine caiz olamayan bazı sıfatlar hakkında bilgi veriniz.

Cevap-58: Peygamberler, insanların rehberi ve kudvesi (önder) olduklarından dolayı Allâh onları, onlara yakışan iyi ve sevilen sıfatlarla güzelleştirmiştir. Aynı şekilde Allâh, onları, kötü ve sevilmeyen sıfatlardan da masum kılmıştır. Allâh’ın Peygamberleri, yalan, hıyanet, rezalet (namussuzluk), sefahat (zevk ve eğlenceye düşkünlük) ve kıymet düşürücü amellerden masumdurlar. Peygamberler, Peygamberlikten önce ve sonra küfürden, büyük ve kıymet düşürücü küçük günahlardan masumdurlar.

Soru-59-: Allâh-u Teâlâ "El-Enbiyê’ " suresinin 63.âyetinde İbrâhim aleyhisselam hakkında şöyle buyuruyor:

بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا فَسْئَلُوهُمْ إِن كَانُوا يَنطِقُونَ

Bu âyetin anlamı nedir?

BEHCETUN NA ŽAR 41 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Cevap-59: Şek ve şüphe yoktur ki, Peygamberler yalan söylemekten masumdurlar. Bu âyette İbrâhim’in söylediklerinde yalan yoktur. Bu ifade mecazi yönden hak ve doğru olan bir ifadedir. Çünkü İbrâhim aleyhisselamın, küçük putları kırmasına sebep olan büyük puttur. Oradaki insanlar o puta çok değer verdiklerinden dolayı, fiilin isnadı büyüğe mecazi bir isnat olur, bunda yalan yoktur.

Soru-60: İbrâhim aleyhisselam, yıldızı görünce هَذَا رَبِّى “ “ Bu benim Rabbim” demesinin manası nedir?

Cevap-60: Peygamberler, Peygamberlikten öncede ve sonrada küfre düşmekten masumdurlar. İbrâhim aleyhisselam ayı görünce هَذَا رَبِّى “Bu benim Rabbim” demesi onlara bir inkârdır. Yani “Bu mu benim Rabbim !” sözünü “Bu benim Rabbim olamaz” anlamında söylemiştir. İbrâhim aleyhisselam bu olaydan öncede “Rububiyyetin” Allâh’tan başkasına olmayacağını biliyordu zaten.

Allâh-u Teâlâ “Eli-İmrân” suresinin 67. âyetinde şöyle buyuruyor:

مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُسْلِمًا وَمَا

كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

Anlamı: ”İbrâhim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi. O, dinine sımsıkı sarılan bir Müslüman idi. O, müşriklerden de değildi.”

Soru-61: Allâh-u Teâlâ “Yusuf” suresinin 24. âyetinde Yusuf aleyhisselam hakkında şöyle buyuruyor:

وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بَهَا لَوْلاَ أَن رَأى بُرْهَانَ رَبِّهِ

BEHCETUN NA ŽAR 42 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Bu âyette geçen وَهَمَّ بَهَا kelimesinin anlamı nedir?

Cevap-61: وَهَمَّ بَهَا لَوْلاَ أَن رَأى بُرْهَانَ رَبِّه ِ Bu âyetin en güzel tefsiri şöyledir: Zeliha zinaya kalkıştı ama Yusuf aleyhisselam Rabbinden bir işaret görmeseydi onu itekleyecekti. Fakat gördüğü için iteklemedi. Yusuf alehisselamdan zinaya bir niyet hâsıl olmamıştır. Çünkü Peygamberler bu tür şeylerden masumdurlar. Hak ehlinden olan bazı müfessirler bu âyeti şöyle açıklamışlardır: ”Ona niyet etti, yani onu itekleyip kendinden uzaklaştırmaya niyet etti. Ama Allâh-u Teâlâ, Yusuf’a bir işaret gösterdi; “Yapma çünkü iteklersen aleyhine bir delil olur.” Bu yüzden onu iteklemeyip sırtını döndü ve ondan ayrılırken, Zeliha onun elbisesini arkadan yırttı. Delil Zeliyha’nın aleyhine oldu. Hak ehlinden olmayan bazı müfessirler dediler ki, “Yusuf aleyhisselam zinaya niyet etti ve elbisesini çıkarıp, erkeğin karısını cimaya (cinsel ilişkiye) beklediği gibi onu bekledi.” Bu kesinlikle doğru değildir ve Yusuf peygambere atılan açık bir iftiradır.

Allâh-u Teâlâ, Yusuf’un beraatının temiz olduğunu bildirerek, “Yusuf” suresinin 51. âyetinde şöyle buyuruyor:

قاَلَتِ امْرَأَتُ الْعَزِيزِ الْئنَ حَصْحَصَ الْحَقُّ أَنََاْ رَاوَدْتُّهُ عَن نَّفْسِهِ

وَإِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ

Anlamı: ”Aziz (kral)’in karısı dedi ki: şimdi hak belli oldu. Ben, onu nefsime davet ettim (benimle zina etmesini istedim), o sadıklardandır.”

Soru-62: Allâh-u Teâlâ “Šad” suresinin 23. âyetinde Davud peygamber hakkında şöyle buyuruyor:

إِنَّ هَذَآ أَخِي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ

أَكْفِلْنِيهَا وَعَزَّنِي فِى الْخِطَابِ فَقَالَ

BEHCETUN NA ŽAR 43 بَهْجَة ُالنَّظَرْ

Anlamı: ”Bu benim kardeşimdir. Onun 99 koyunu var, benim ise bir tane koyunum var. Onu kendisine vermemi istedi ardından da bana kızdı.”

Bu âyette geçe “Koyunlardan” maksat nedir?

Cevap-62: Araplar kadınlara “koyun” derlerdi. Bazı müfessirler âyette geçen “koyun” kelimesini “kadın” olarak tefsir etmişlerdir. Bu manadaki tefsir caiz değildir. Onlar bu âyeti meşhur ve iftira niteliğindeki Davud peygamberin kıssasına göre tefsir etmişlerdir.

İftira olan bu kıssa şöyledir: ”Davud aleyhisselamın 99 karısı olmasına rağmen komutanlarından birisinin güzel olan karısına da sahip olmak istiyormuş. Davud peygamber beğendiği bu kadınla evlenmek için komutan olan kocasının ölmesi niyetiyle savaş meydanının en tehlikeli bölgesine göndermiştir.” Anlatılan bu kıssa çok büyük bir iftiradır. Peygamberler bu türlü şeylerden masumdurlar.

İmam İbnul Cevzi yazmış olduğu “Ed Dur El-Mensur” adlı tefsirinde bu kıssanın yalan ve iftira olduğunu zikrettikten sonra şöyle devam etmektedir: “Bu kıssayı başkasına nakletmek, sahih olmadığı gibi manasına itikad etmekte caiz değildir. Çünkü Peygamberler bu tür şeylerden münezzehtir. Fakat Davud aleyhisselamın Rabbine istiğfar etmesinin sebebi, kendisine gelip durumlarını anlatmak isteyen iki kişiden birinin şikâyetini dinleyip diğerini dinlemeden aralarında hüküm vermesindendir.”